Kaymakamlık
Yazı İşleri Md.
Cum. Bş.Savcılığı
Adliye Yazı İşleri Md.
Belediye Başkanlığı
Ptt Müdürlüğü
Vergi Dairesi
Mal Müdürlüğü
Müftülük
Noter
Emniyet Müdürlüğü
Polis İmdat
Jandarma Kom.
Askerlik Şubesi
Çarşı Karakolu
Bağlar Karakolu
Devlet Hastanesi
1 Nolu Sağlık Ocağı
2 Nolu Sağlık Ocağı
3 Nolu Salık Ocağı
Belediye İtfaiye
Yangın İhbar
Tek İşletme Md.
Alo Trafik
|
712 11 80
712 6 288
712 11 72
712 11 71
712 41 14
712 87 93
712 12 06
712 11 75
712 11 96
712 61 57
712 12 22
155
156
712 11 98
712 12 23
712 12 34
712 11 87
712 11 94
712 28 52
725 35 23
712 12 52
110
712 12 44
154
|
Kara Buğday Unu
İlerlemiş yaşımız kemaline erdi. Eski günleri özleyenlere, eski yaşantıları merak eden gençlere biraz da nostalji yapalım dedim..
Korgun’da 1955 – 60 lı yıllar, bizim için dünya hayatının ne olduğunu takmadığımız, seçimin, geçimin, ne olduğun bilmediğimiz mutlulukla geçen çocukluk yıllarıydı o yıllar…
İçecek suyumuz kovalarla 350 – 400 metre uzaklıktaki çeşmeden getirilerek kullanılıyor, kışın ve yazın yiyeceklerimiz “yazı” denilen ovamızda yetiştirilir, eksik olanları da rahmetli babam bakkal dükkanından veya Çankırı’dan satın alınarak temin edilirdi.
O yıllarda hemen hemen her evde mevcut olan ineğimiz, eşeğimiz, tavuklarımız, kedimiz ve köpeğimiz, ile yazın kışın yiyeceklerimiz var, fakat çocukluk yıllarımız dedik ya, varlıktan yokluktan bihaber yaşantımız var. Yapılan bazı yemeklere burun kıvırırdık, mesela; arada sırada rahmetli anam “kara buğday” unundan yapılan bazlama ekmeğini pek sevmezdik de, illa da has un denilen “beyaz katkılı un” dan bazlama ekmeği isterdik, en azından sabah tarhana çorbasına veya arada sırada kahvaltıda sobanın üzerinde tıkırdayarak demlenen çaydanlığın sesi ile yine soba üzerinde kızarttığımız bazlamanın üzerine sürülen kuyruk veya don yağı, onun üzerine de hafif tuz sepeledim mi o sabahki kahvaltının tadına doyum olmazdı.
O günün şartlarına göre “Kara buğday” unundan yapılan ekmeklerden yemek, fakirlik belirtisiydi, hele 60 lı yıllardan sonra çocuk aklımızla, babamın haftada bir Çankırı’nın pazarı olan Çarşamba günleri getirdiği somun ekmeği ile kahvaltıda veya diğer öğünlerde de birlikte yemek, dünyanın en ayrıcalıklı insanı sayardık kendimizi. Bazen de köy ekmeğinin arasına katık olsun diye koyardık somun ekmeğini.
Rahmetli Anacığım bir haftalık yetecek kadar bir tekne hamuru köy fırınına gidip yaptığı o köy ekmeğine burun kıvırırdık. Birde o yıllarda pasta, kurabiye nasıldır belemeyiz, Anam da diğer köylü kadınları gibi pasta ve kurabile yapımında pek maharetli değildi. Yalnız arada sırada Korgun’da meşhur “Nokul” veya “kötü kız çöreği” denilen tatsız kurabiye, o yılların kıymetli yiyecekleriydi, Birde unutmadan söyleyeyim, Bizim yörelerde uzun pidelere benzer Korgun’da “Hamursuz” denilen, içerisine mikroskopla bile zor görebileceğin kıyma ve bol kıyılmış soğanla karıştırılmış bir pide çeşidi idi. Yalnız bu yazdığım “Nokul, kötü kız çöreği veya hamursuz” gibi yiyecekler her zaman canın istediği zaman yapılmaz. Bu saydıklarım yıl içerisinde ve daha çok özel günlerde yapılırdı.
Ankara’da okurken Kimya Sanat Enstitüsü Müdürünün oğlu benim sınıf arkadaşımdı. Onun yaş gününde annesinin isteği üzerine arkadaşlarıyla birlikte evine davet etti, İşte orada nasıl yapıldığını bilmiyorum ama ilk pastayı orada tanıdım ve çok ta hoşuma gitmişti. Kuru Pastayı biliyordum, yılda bir veya iki kere Çankırı’ya her gittiğimizde Latif Amca’nın şekerci dükkanından alırdık.
İlkokullarda yerli malı haftası veya yılda bir kere tüm okul öğrencileri Söğütlü çayırına pikniğe götürürdü öğretmenlerimiz, pikniklerde öğrencilerin kendilerine has yiyecek çıkınlarında has undan yapılan yumurta ile yağda kızartılan “Yumurtalı ekmek”, yumurta haşlaması veya ayrıca kuzine sobasında kara buğday unundan yapılan çörek çıkardı. Hoş o çöreklerde Kara buğday unundan yapılmış olması dolayı çok esmer olunca hiçbir arkadaş da pek el uzatıp yemezdi ama diğerlerini uçururduk.
Şimdi bunları neden yazdım. Çünkü biz şimdi nereden bileceklerdi ki 65 – 70 yıl sonra en makbul unun köy unu “Kara buğday unu” olacağını...
Nereden bilecektim ki, arada burun kıvırdığım köy fırınından çıkmış mis gibi köy ekmeğinin bu kadar revaçta olacağını,
Dedim ya o yıllarda zenginin yaptığı her şey garip gelirdi fakire, ama dünya tersine döndü galiba şimdi ise fakirin yaptığı her şeyi garip geliyor ve özenti veriyor zengine...
Evlerinde kendi eliyle yaptığı tahta divanı ve onun dallı güllü firfirli örtüsü içerisi ot doldurulmuş yan yastıkları, öğrencilerin kendine ait çalışma odasının yoktu, tüm aile bir odada, 5 numara gaz lambası ışığında ders çalışırdık, sabah kahvaltısında leğene dökülen tarlana çorbasına “karabuğday” unundan yapılan fırın ekmeğini doğrayarak kaşık atardık, Haftada bir gün de olsa çaylı kahvaltıda köy peynirimiz vardı ama her eve girmeyen zeytini yarım yarım, yiyerek ekmeğe katık eederdik. Daha sonra Okula giderken göğüslük dediğimiz “okul önlüğümüz” ve beyaz yakalığımızla elimize aldığımı annelerimizin dikiverdiği bez torba veya tahta çantalarımızla okulun yolunu tutardık.
Aileler evlerinde besledikleri bir kaç tavuğundan elde ettiği yumurtayı saklayıp evin ufak tefek ihtiyacını karşılamak için satması o gün için normaldi ama bu gün için garip şeylerdi...
Çocukluk yıllarımızın “Geçmiş yıllarımızdan -2- Sobalı Günlerimizi” başka bir gün yazarız elbette..
Bizlerden daha çok eski yaşlılarımız, her elli yılda devir değişiyor derlerdi, meğer söyledikleri doğruymuş ne bileyim bu günlerde eskilerin revaçta olduğunu…
Görüşmek dileğiyle sağlıklı ve huzurlu günler dilerim.
Necati Keskin
01.Ağustos.2023