Bir toplantı yaptık. İlgi büyüktü. Safranbolu’da şikâyet edilecek nokta turizmin yaratmak istediği tahribattır. Bu gibi bölgelerde turistik denen yatırımları yapanlar genellikle bölge dışından insanlardır. Şehrin ruhunu anlamıyorlar. İtalya ve İspanya gibi ülkelerden farkımız bu. Yabancı yatırımcı turizm için hiç uygun bir tip değildir. Bu yerlinin uygun olduğu anlamına gelmez ama ikincisi hiç değilse laftan, sözden, tenkitten anlar.
UNESCO 17 Ağustos 1994’te burayı dünya varlığına dahil etti. Bu hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğuracak bir olay. Aç gözlü sermayeyi çeker. Mesken ve arsa pahalığına arttırır. Bunlar tedbir alınacak konulardır. Safranbolu mistik havasıyla, güzel... Çok yakın tarihlerimize kadar Anadolu’da dericiliğin ve deri sanayiinin merkeziydi. Üretimi Bartın üzerinden Rusya’ya ulaşırdı. Açıkçası zengin bir merkezdi. Meyveciliği verimliydi, fakirlik gören şehirlerden değildir.
1912’den, Balkan faciasından beri de Batı Trakya’dan göç edenlerle yerlilerin uyumlu ortamında özgün bir kültür ortaya çıktı. Cemil İpekçi, Leyla Gencer hatta Zeliha Berksoy’un babasının Ercüment Bey’in soyu Pir Âli Paşa’dan gelen bu bölgenin insanlarıdır. Cinci Hanı kadar Pir Âli Paşa Camii ve diğer Osmanlı eserleri de şehre güzelliğini kazandırır.
TAHRİP ETMEDEN GEZELİM
Esnaf çarşıda hâlen çalışıyor. Binaların restorasyonuna dikkat ediliyor. Şehrin güneyle; yani Ankara yoluyla dolayısıyla Ankara ile irtibatı çok fazla. Ankara ahalisi son zamanlarda değişti. Hafta sonlarını AVM’lerde değil Beypazarı’nda, Safranbolu’nda, Güdül’de, Çam Koru’da geçirmeyi tercih ediyorlar. Bu da şehre bir canlılık kazandırıyor. Şehrin tarihiyle ilgilenenler antik Paflogonya’nın; yani Osmanlı Selçuk devrinin İsfandiyaroğlu bölgesinin ve geniş Kastamonu’nun kültürü içinde şehri ele alan yazarlar var. Tarih güzel yazılıyor. Bunları değerlendirmek gerekiyor. Lütfen fazla tahrip etmeden Safranbolu’yu bol bol gezmeye çalışalım. Bazı seminerleri, konserleri burada tertipleyelim.